• Çizgi’m
  • Bilmek İstiyorum
  • Unutulmayan İyilik…
  • BİR SAATLİK ÖMÜR
  • Mevlana’dan Deyişler
  • KIBRIS Gazisi E.P.Kd.Alb.Niyazi KÜLAHLI’ya-1 “””””””
  • NASİBE!..
  • Daha da Sarıl Bana, Bırakma Beni…
  • ULUSLARARASI BAŞARI GÖRMEZLİKTEN GELİNEMEZ!..
  • Cumhuriyete Saldırılar Bitmedi, Bitmeyecek…
  • Bir Zamanlar Kahramandı!.. Meğer…
  • Bir Kumruyla Söyleşi
  • Çok Şükür Değiştim dedi ve Lefkoşa Büyükelçisi Oldu
  • İlah Olmadı Put da Olmadı Allah’ın Kuluydu…
  • Çocuk acılar içinde.
  • Üye Ol
  • Üye Girişi
    • Anasayfam Yap
      • Sitene Ekle
      • Amacımız
      • Künye
      • İletişim
Sislioda
    •  
    • Anasayfa
  • Güncel
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Spor
    • Canlı Sonuçlar
    • İstatistikler & Puan Durumu & Fikstür
  • Politika
  • Şiir
  • Sağlık
  • Teknoloji
  • Yazarlarımız
  • Seri İlanlar
    • İlan Ekle
  • Firma Rehberi
    • Firma Ekle
19.06.2025 20:38:01
  • Kültür Sanat
  • Magazin
  • Gazeteler
  • Video Galeri
  • Foto Galeri
sislioda.com Bizi Facebook'dan takip edin
sislioda.com Bizi Twitter'dan takip edin
Anasayfa » Dünya
Saime Bilhan

Unutulmayan İyilik…

Eklenme Tarihi: 31 Temmuz 2024 Çarşamba
Eklenme Saati: 5:52
Okunma Sayısı: 225
Tweetle
Saime Bilhan saime.bilhan55@gmail.com
Yazdır
Yazıyı Büyüt Yazıyı Küçült
Unutulmayan İyilik…

Yıl 1978.

Zor, çok zor ama çok zor bir yıldı o yıl!..

Etim, kemiğim, kanım, canım, iki küçük küçücük çocuğum yanımda… Babaları vatani görevini yapmak üzere evden ayrılmış, üzerinden henüz dört ay bile geçmemişti. O zamanlar askerlik süresi yirmi aydı. Yani çocuklarım ve ben onun yolunu 16 ay daha gözleyecektik. Onsuz yaşamın sıkıntılarını, acılarını, yokluklarını çekmek zorundaydık. Hepsinden önemlisi eşimin varlığıyla bize sağladığı manevi destekten de yoksun bir yaşama karşı direnecektik.

***

1978 yılında Elâzığ’dan Bursa’ya tayin olmuştum.

Yanımda iki küçücük çocuk…

Üçümüz birden bilmediğimiz, görmediğimiz diyarlarda yeni bir hayata başlamak üzere yolculuğa çıkacaktık. Kızım Hilal dört, oğlum Harun iki yaşındaydı… Tayinimin çıktığına sevinmiştim, gururlu ve mutluydum ama çocuklarımla yalnız başımıza kalmıştık.

Bursa’da maddi koşullarımıza uygun kiralık bir ev arayıp bulmak, kiralamak, görev yapacağım yerle kiralayacağım evin uyumlu olmasını sağlamak, eşyalarımızı toplamak, nakliye için bir araba tutmak, eşyaları arabaya taşımak ve Bursa’nın yolunu tutmak…

Bu süreçte, hayatımızın her alanında alınması gereken çok sayıda kararları tek başıma almak zorundaydım. Ne olursa olsun, 23 yaşında genç bir anne de olsam sorumluluğumun, taşımam gereken yükün farkındaydım. Hele hele küçücük ciğerparelerim söz konusu olunca kendimi daha bir güçlü, olgun ve deneyimli hissediyordum. Bilmediğim bir şekilde, sanki bir yerlerden güç pompalanıyordu bana. Bunca sorunlar karşısında güçsüzlük, zayıflık sayılabilecek tutum ve davranışlardan hep uzak duruyordum. Önümde, uzağımda ne kadar sorun varsa hiçbirinden yılmayacak, korkmayacak ve zerre ölçüsünde çekinmeyecektim. Ne var ki parasızlık canımı yakıyordu. Hiçbir şey olmasa bile eşyaları taşımak için paraya ihtiyacım vardı. Parasızlık belimi büküyor, önümde yığılı duran bu sorun her geçen gün hatta her geçen saat büyüyüp duruyordu. İplikleri birbirine dolanan koca bir yumak. Onun yanında da ipleri düğüm düğüm olmuş ikinci hatta üçüncü bir yumak… Hepsinin iplikleri birbirine karışmış.

Şu satırları yazarken, anılarım iplik iplik çözülüyor ne var ne yoksa bir bir tamamını hatırlıyorum… Anılarımı sıralamak, yaşadıklarımı gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçirmek için zorlanmama gerek bile kalmıyor. Tam tamına 46 yıl önce olup bitenleri yeniden yaşıyorum sanki. Hayret, şu an zaman tutmuş beni elimden, alıp götürmüş 46 yıl öncesinde olduğu gibi yine Elâzığ’dayım. Evimizin şöyle böyle 20-30 metre karşısında yanımda ciğerparelerim… Olan biteni açık bir şekilde görebiliyorum. Her şey aynı; akıp duran zaman, yaşadığım mekân, duygularım, etimi çekiştirip duran tedirginliklerim ve korkularım, ne varsa hepsi aynı…

Peki, ya sorunlar ve çözümler de aynı mıdır? İşte bu noktada ikilemde kalıyor durup düşünüyorum. Bugün olsaydı aynı sorunlar nasıl çözülürdü? Çıkar mıydı karşıma insan gibi bir insan. Bir Yusuf ağabey çıkıp da uzatır mıydı ellerini, merhem olur muydu yaralarıma, kolaylaştırır mıydı zorluklarımı? Açıkçası bilemiyorum. Hele hele şu zamanda çok zor…

Neyse bunca soruları bir yana bırakalım. Beynimin içinde dönüp duran anılarım sabırsızlanmakta… Aynı acıları, aynı hüznü ve aynı mutluluğu bana tekrar yaşatmak istemekte… Anlaşılmaz garip bir dürtü beynimin içinde ayaklanmış adeta, tam 46 yıl gerilere gidip unutulan değerleri hatırlatıp yeniden yaşatmak istemekte…

O güne kadar Elâzığ’ın dışına çıkmamış biri olarak içimde korkularım ve endişelerim vardı. Bu korku ve endişeleri harmanlayıp daha da büyütmekte, daha da karmaşık duygular hâline getirmekte hiç haksız değildim. Her şeyimde olduğu gibi korku ve endişelerimin her noktasında çocuklarım vardı. Canlarım, ciğerlerim, etim, kanım, her şeyim çocuklarım… Ya onlara iyi ve güvenli bir ortam oluşturamazsam!..

Aslında o günlerde yaşadığım yahut yaşayacağım onca sorun ve zorlukların en gerisinde durduğumun ayrımına varamamıştım. Önümde koca bir dağ gibi yığılı durup çözüm bekleyen sorunlarımdan ürksem de inancımı yitirmemiştim, kendime güveniyordum. O zamanki öz güven duygusunu bir başıma nasıl yaşatıp canlı tuttuğumu bilemem ama azimli ve inançlıydım. Çözülmesi gereken çok sayıda sorunlarımın yanında tek tesellim, avantajım annemle babamın birkaç yıldır Bursa’da yaşıyor olmalarıydı. Benim ve çocuklarım için büyük bir şanstı bu. Onların Bursa’daki varlığı, gerçekten çok büyük bir şanstı bizim için. Ya annem ve babam Bursa’da olmasaydı?

Öz güvenimin beni dimdik ayakta tutmasının bir sebebi de bu olabilir.

***

Bursa’da ev tutup kiralamak, ardından Elâzığ’a gidip eşyaları taşımak için nakliyecilerle görüşmek ve eşyaların taşınmasını sağlamak ivedilikle halledilmesi gereken işlerin başında geliyordu. O zamanlar bir kentten diğer bir kente ev taşınmak kolay değildi!.. En azından bu işlerin yapılması sırasında babam yanımda olacak, bir erkeğin yapması gereken işleri o planlayıp uygulayacaktı. Nitekim yıllık iznimin son günlerinde Bursa’da annenim babamın yanındayken babam:

“Kızım, dedi, burada bir ev bulup kiralamak, Elâzığ’dan eşyaları bir kamyonla Bursa’ya taşımak ve evine yerleştirmek konularında sana elimden gelen yardımı yaparım. Bu konularda başın ağrımasın.”

Öyle de oldu. Elâzığ’a gitmeden iki gün önce, Bursa’da ev tutuldu. Evi tuttuktan sonra, çocuklarımı anneme emanet ederek babamla birlikte Elâzığ’a gittik. Babamın yanımda olması bana manevi bir güç ve kuvvet veriyordu. Hepten yalnız değildim. Ne var ki içinde bulunduğum maddi sıkıntımdan babama hiç bahsetmedim. Bilmesini istemiyordum…

Elâzığ’a geldiğimizde babam kamyon ayarlama işini üstlendi. Ben de tayinle ilgili resmî işleri halletmek ve kamyon parasını denkleştirip iki üç gün içinde yola çıkmak için ne gerekiyorsa onları takip ediyordum.

Kamyon parasını fazla sorun yapmamıştım. Çünkü gerek eşimin gerekse benim yakınlarımdan bir şekilde borç isteyip bu sorunu halledeceğime inanıyordum. Borç para almak için başvuracağım kişileri kafamda sıraya koyduğumda öyle fazla dert etmedim. Resmî işleri takip edip eksikleri tamamlamak birinci önceliğimdi. Önümde üç günüm vardı. Bu üç gün içinde tüm işler bitmeliydi. Para bulmanın sorun olabileceğini hiç mi hiç düşünmedim. Borç değil mi, nasıl olsa bulurum diye düşünüyordum. Bir iki gün içinde resmî işleri tamamladım. Şansım açılmış, başvurduğum her yerde işlerim tıkır tıkır yürüyordu. Çok şükür hiçbir yerde takılmadım.

***

Sıra borç para istemek işine geldi. Geldi ama acayip bir duygu karmaşası beynimi kurcalamaya başladı. Ya bulamazsam? Beynimi kemiren bu düşünceleri elimin tersiyle ittim. Kimden borç istesem vereceklerine emindim. Nasıl olsa en geç 2-3 ay içinde inşallah geri ödeyecektim. Borç para isteyeceğim kimseleri şöyle bir gözlerimin önünden geçirdim. Sağ olsunlar hepsi de ikiletmeden:

“Tamam Saime, paranın lafı mı olur. Sen iste yeter ki…” diyordu.

Neşeyle önce eşimin akrabasının yanına gittim. Gittim ama sanırsınız ki dilim tutuldu, bir türlü borç para konusunu açamadım. Aman Allah’ım borç para istemek ne kadar da zormuş böyle!.. İçimden dedim ki:

“Neden çekinip durursun, geri ödemek koşuluyla istemeyecek misin?”

Kendi kendime yaptığım bu telkinin yararı oldu. Eşimin akrabasına durumu hemen açıkladım ve en fazla 2-3 ay sonra ödeyeceğimi özellikle vurguladım. Reddedilmeyi, önerimin kabul görmemesini asla düşünmüyordum. Bekledim, o da bekledi ama bir türlü cevap vermiyordu. Güvence olsun diye:

“Borç, dedim, borç alacağım sizden. Allah’ın izniyle 2-3 ay sonra öderim.”

Borç istediğim kişi bir bana bir karşıya baktı, sonra başını arkaya çevirdi, gövdesini yana döndürdü ve donuk gözlerle:

“Saime, dedi, şimdi elimizde hazır para yok. Acaba başka yerden bulamaz mısın?”

Bu sözleri birbiri peşi sıra ve çabucak söyledi. Ne var ki bu sözler bana sanki tane tane, aralarında dura dura, ağır ağır ve üstüne basa basa hatta biraz kalın bir ses tonuyla söylendi gibi geldi. Her söz bir top güllesini andırıyordu. Namludan çıkan sözler gelip kafatasıma çarpıyor ve beni sarsıyordu. Oturduğum yerde sendeledim. İyi ki oturuyordum. Eğer ayakta olsaydım kesinlikle dengemi kaybeder sırtüstü yere serilirdim. Beynim zonklamaya başladı. Şaşırmış ve bir an önce bulunduğum yerden gitmek istemiştim. Zar zor kendimi toparladım, ayağa kalktım:

“Üzülmeyin, dedim, başka yerlere bakarım. Ben sizin zorda olduğunuzu biliyordum. Hani geri ödeyeceğim diye, önce size başvurmayı tercih ettim.”

Onlar ne dediler, ben evden nasıl dışarı çıktım, nereye gittim? İnanın hiçbirini anımsamıyorum. Yolda yürürken gözlerim ikide bir dalıp gidiyordu. Arada bir hayali karşıma çıkan eşim:

“Neden suratın mosmor olmuş öyle?” diye soruyordu.

Çocuklarım, canlarım, ciğerlerim geldi gözlerimin önüne. Akıllı olmalı ve kendimi toparlamalıydım. İsteyeceğim para borç para olacaktı. Üstelik kimden istesem verirdi. Eşimin yakınlarından ikinci başvuracağım yere gittim. Reddedilme ihtimalini bir an olsun düşünmemiştim. Ne var ki başvurduğum iki aile de varlıklı kimseler değildi. Benzer konuşmalar tekrarlandı. Tutum ve tavırlar da aynıydı. İnanmak istemesem yahut inanamasam da eli boş dönmüştüm. Bir şey diyemiyorum. Nihayetinde bunlar da çok varlıklı aileler değillerdi. Kıt kanaat geçinmeye çalışan, temiz yürekli iyi insanlardı. Bana borç vermediler ya da veremediler diye onları suçlayamazdım.

Çaldığım iki kapı bana yaşamın acı bir gerçeğini tattıra tattıra öğretmişti. O gün anladım ki borç para istemek kadar bu dünyada zor başka bir şey yokmuş!.. Borç para dışında bir yardım istemek de aynı… Zor, çok zor, dayanılamayacak kadar zormuş… Ben o yaşımda bu acı gerçeğin tadına bakmış ve korkmuştum. Evet evet, korkmuştum. Borç para istemekten ya da herhangi bir yardım istemekten korkmuştum. Acı, kahredici bir deyimdi benimkisi…

***

Düş kırıklıklarını, içime işleyen gönül yarasını bir kenara itip yaşamın gerçekleriyle yüzleşmeliydim. Eşyalarımı taşımak için para bulmak zorundaydım. Ne yapıp edip başarmalıydım. Şimdi sıra benim yakınlarıma geldi. Yakınlarımdan yana, biraz daha fazla umudum vardı. Yakınım olan akrabama gittim. Biliyordum onların da parası yoktu ama borç olarak başka birinden bulacak çevreye sahiptiler. Onlara borç verebilecek onlarca maddi durumu iyi olan yakınlarının varlığından haberdardım. En fazla bu yönü bana güven verdi. Sonuçta bir iki, demedin üç ayda borcumu ödeyecektim. Elim boş dönmeyeceğimden emindim. Onlar ne yapıp edip bir şekilde sıkıntımı gidereceklerdi.

Durumumu açıkça anlattım ve olumlu sonuç alacağıma kendimi öylesine hazırlamıştım ki verecekleri parayı hangi cebime koyacağımı, nerede saklayıp koruyacağımı bile kararlaştırmıştım. Sözlerimi bitirdiğimde gülen gözlerle yakınımın gözlerine güven dolu bir bakış attım. Hayret, bir tuhaflık vardı işin içinde! Bu yakınım da konuşmuyor, susmayı yeğliyor ve gözlerini benden hep kaçırıyordu. O an beynimde şimşekler çaktı, gök gürültülerini duyar gibiydim… Ne olup bittiğini kavrayacak denli kıvrak zekâlı değildim. Titredi gözlerim. Yuvalarından kopacak sandım bir an için… İçime daha önce tattığım korku gelip yerleşti. Göğsümün orta yerinde bir ağrı duydum. Nefes almakta zorlandım. Karşımdaki yakınımın konuşma kararı verdiğini anlayınca rahatladım biraz… Oh nihayet, tüm acılarım, korku ve endişelerim gidecek, rahatlayacaktım. Karşımdaki yakınım önce mırın kırın etti. “Şey, dedi, olmaz ama belki bir iki ay sonra bulabilirim!..” dedi.

Sıraladığı sözleri ve ileri sürdüğü bahaneleri anlayamıyordum. Duyuyordum ama aklımın kabul etmediklerini anlayamıyordum. Söylenenler anlamsız, ileri sürülen bahaneler yersiz ve uydurma geliyordu bana… Hata yaptığımı anladım. Olayların düşündüğümün aksi yönünde gelişmesine kendimi hazırlamam gerekirken ben aksini yapmış, boş dönmeyeceğime inandırmıştım kendimi. Evet, hataydı yaptıklarım, boş dönmeyeceğim inancını içimde besleyip durmam, kesinkes borç para bulacağıma kendimi inandırmam hataydı…

O ana kadar, ne sırtımda ki ağır yükün ağırlığını ne de eli boş dönmenin içimi bu denli acıtabileceğini düşünememiştim. Çaresizliğin dibine vurmuştum hem de en dibine… Kesin olarak sorunumun çözüleceğine inandığım bu kapıdan da elim boş dönerken yol boyunca kimseyi görmez oldu gözlerim. Zaten beynim durmuş, hiçbir şeyi algılayamaz olmuştum. Biraz öfke, biraz kırgınlık ve en fazla da umutsuzluk ve çaresizlik içinde Kur’an Kursu öğretmenliğini yaptığım yere geldim.

Öğlen arasıydı. Öğrenciler evlerine gitmişlerdi. Bir öğrenci hariç: Asiye KÖSE…

Asiye, öğrencim olmasının yanında eşimin de çok sevip saydığı, ailece görüştüğümüz Yusuf ağabeyin kızıydı. Sınıfa girdiğimde Asiye’nin beni görüp görmediğini tam hatırlayamıyorum. Bir külçe gibi masamın önünde ki koltuğa bıraktım kendimi. İşte o anda, bütün gün kendimi tutmaktan, duygularımı bastırmaktan aşırı ölçüde yorulduğumun farkına vardım. Şimdiye dek eksik yönlerimi, sızlayan yaralarımı hiç kimseye göstermemiştim. Kendi aileme bile… Ne var ki artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştı o an. Salıverdim kendimi. Öğrencilerin sınıfta olmamaları işimi kolaylaştırmıştı. İçimde coşan duygularımın önündeki set çoktan yıkılmıştı.

Başımı masanın üzerine koymuş ve hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Asiye beni hiç o hâlde görmediğinden paniklemişti. Üst üste birkaç kez:

“Ne oldu hocam, bir sıkıntı mı var?” dedi.

O konuştukça içimdeki ateş beni daha çok yakıyor ve hıçkırıklarım coşuyordu. Artık tutmuyordum kendimi. Birkaç dakika süren ağlamanın ardından, göğsümü acıtan, taşlaşmış yumruların dağıldığını görünce rahatladığımı hissettim. Şimdi daha iyiydim. Gözyaşlarım, içimdeki yangını bir nebze olsun söndürmüştü. Anladım ki bazen ağlamak güzeldir, sıkıntıya ferahlık, yangına serinliktir. Gerçekten de içim rahatlamış ve ferahlamıştım. Bu arada öğrenciler yavaş yavaş sınıfa gelmeye başlamışlardı.

Ömrüm boyunca şuna inandım ki çaresizlik hiçbir zaman başka bir çaresizliği beraberinde getirmiyor. Çaresizlik doğurgan değil… Yani çaresizlikler yeni çaresizlikler doğurmuyor. Bir bakıyorsun ki çaresizlikler çözümler ve çareler doğuruyor. Kimse bir çaresizliğin girdabında dönüp dururken umutlarını yitirmesin. Artık bütün umutlar tükendi, çareler yetersiz kaldı derken, umulmadık bir şekilde çareler çözümleriyle birlikte filizlenir içinizde. Aynen orkidelerin ve patateslerin sınırsız şekilde çoğalması gibi. Merak edenler bu gerçeği işinin ehli bahçıvanlara sorsun, onlar anlatır olanı biteni…

Kimi zaman gelir ki ilk anda aklınıza gelmeyen çözümler muştulanır yüreğinize… O sırada benim de öyle oldu. O ana dek hiç mi hiç aklıma gelmeyen, içimi rahatlatan, göğsümü gururla kabartan bir çözüm gelivermişti aklıma. Şaşkındım, sevinçli ve umut doluydum. Derse başlamadan önce öğrencilerime:

“Çocuklar, sizden bir ricam olacak. Biliyorsunuz Bursa’ya tayin oldum ve iki güne kadar da gideceğim inşallah. Büyük eşyalar her zaman bir yerden bir yere gitmek için sorun oluyor. Bursa’da tuttuğumuz ev beşinci katta ve bu büyük eşyaların çıkarılması bir hayli zor olacak. Düşündüm de buzdolabım çok yeni. Bir de ortasına televizyon konulan çok güzel ve sağlam bir kitaplığımız var. Özel olarak yaptırmıştık. O da daha çok yeni. Bunları, yani buzdolabıyla kitaplığı acilen satmam gerekiyor. Sizler durumu anne babalarınıza anlatınız, onlar da çevresindekilere anlatsınlar, bakarsınız bunları alacak biri çıkar. Eğer alan olursa benim için çok kolaylık olacak. Ancak unutmayın, en geç yarın akşama kadar hallolması gerekiyor.” dedim.

Dileğimi öğrencilere anlatır anlatmaz üzerimden tonlarca ağırlığın kalktığını hissettim. Öyle hafiflemiştim ki bu eşyaları satmak düşüncesi neden daha önce hiç aklıma gelmemişti, diye hayıflandım.

Gerçekten satılmalarını istiyordum. Gerçek değerlerinin altında satılsa bile işimi görecekti. Bu yolla hem kimseye minnet etmez hem de gururum şu anda olduğu gibi incinmezdi.

Her neyse, demek ki hayatın diğer yüzünü görüp öğrenmek ve insanları daha iyi tanımak için en etkili ve kalıcı yol yaşayarak öğrenmekmiş.

***

Asiye 13-14 yaşlarında sevimli, cana yakın, saygılı, zeki ve özverili bir çocuktu. Biraz da ailece görüşüyor olmamız nedeniyle onu kendime daha yakın buluyordum. Ders sonunda öğrenciler dağılırken ben ve Asiye birlikte bizim eve gittik. Asiye’nin beni hüngür hüngür ağlatıp üzen, kahreden, hemen sonrasında da beni rahatlatan şeylerin sebeplerini sormak istediğinden emindim. Onu daha fazla merakta bırakmamak için olup biteni anlattım. Yakınlarımdan borç para alma girişimlerimi, her kapıdan eli boş dönüşümü ve sonrasını…

Sorunumun çözümü için yarın en geç akşama kadar eşyaları alacak birinin ortaya çıkmasını beklemekten başka çarem kalmamıştı. Evde mutlaka birinin bulunması şarttı. Alıcı çıkıp da eşyaları görmek isterse kapıyı açmak ve eşyaları göstermek gerekecekti. Ben bitmek üzere olan resmî işlemlerimi takip edip tamamlayacaktım. Asiye’den yarın sabah gelip evde beklemesini rica ettim.

“Tamam hocam, dedi, siz burayı hiç merak etmeyin. Ne gerekirse yaparım.”

Bu arada babamın nakliye işini hallettiğini öğrendim. İki gün sonra yola çıkabilecektik.

***

Ertesi sabah, Asiye dediği saatte geldi. Tuhaf bir şekilde gözlerinin içi gülüyordu. Ne var ki gözlerini benden kaçırıyor ve başını sürekli olarak yere eğiyordu. Bir iki kez kapıya doğru baktı, sonra bana doğru iyice yaklaşıp gözlerini yerden kaldırmadan çantasından beyaz zarfı çıkardı ve bana doğru uzattı. Tavrından ve niyetinden hiçbir şey anlamamıştım. Asiye’nin neden böyle davrandığını bilemezdim ama bir an önce çıkıp planladığım işleri tamamlamam gerekiyordu. Masanın üzerindeki çantamı alırken Asiye yalvaran bir ses tonuyla:

“Hocam, sakın bana kırılmayın. Dün bana anlattıklarınızı harfi harfine babama anlattım. Yatsı namazından sonra size gelecekti, annem engel oldu: ‘Bu saatte evine gitmen doğru değil, ne yapacaksan yarın yap,’ dedi. Çok üzülmüş hatta duyduklarına kahrolmuştu. Babam bu zarfı size vermemi istedi. Zarfın içinde ihtiyaç duyduğunuz kamyon parasının tamamı hatta biraz fazlası var. Bir de babam: ‘Hoca hanıma söyle, sakın ola ki bunu bir borç olarak düşünmesin. Anasının ak sütü gibi helal olsun benim bacıma ve de Nazmi kardeşime,’ dedi.”

Bir bana uzatılan zarfa, bir de başını eğen Asiye’ye baktım. Ev adeta etrafımda dönmeye başladı. Aklım karıştı, söylenenlerden hiçbir şey anlamadığımı itiraf etmeliyim. Şaşkın, hüzünlü ve daha önce hiç tatmadığım karmaşık duygular arasında uçar gibiyim. Duygularımın birbirine karşımasına engel olamadım, adeta ipliği karmakarışık bir yumağı andırıyordum. Susuyor ama bir yandan da olan biteni anlamaya çalışıyordum. Çok çok iyi biliyordum ki Yusuf KÖSE ağabey öyle varlıklı biri değildi. İşçi maaşıyla üç çocuğunu zar zor okutuyordu.

Asiye’nin uzattığı zarfı daha fazla bekletmeden aldım. O anda çok değerli ağabeyim Yusuf KÖSE, saygıdeğer eşi Fehime KÖSE, sevgili çocukları Süleyman KÖSE, Ali KÖSE ve Asiye KÖSE (Evlilik sonrası ÇULCU soyadını da almıştır.) gözlerimin önüne geldiler. Elimde tuttuğum zarfın içindeki para adlarını sıraladığım aile bireylerinin zorunlu bir ihtiyacını gidermek için zorlukla biriktirilmiş olmalıydı. Asiye’ye döndüm:

“Baban bu parayı biriktirmek için kim bilir ne kadar zorluk çekmiştir. Sen biliyor musun babanın bu parayı ne için biriktirdiğini?”

Asiye utanmış ve tedirgin olmuştu. Parayı almayacağım endişesine kapıldığına eminim. Bakışlarını bana doğru yönlendirirken:

“Hocam siz de biliyorsunuz. Kışlık odun kömürümüzü her yıl kış gelmeden yaz mevsiminde yahut en geç sonbahar mevsiminde alırız. İşte bu para babamın bu yılki odun kömür parası. Kendisi anneme söylerken duydum. Siz hiç merak etmeyin. Henüz yazın başında sayılırız. Kışa kadar babam odun kömür işini çoktan halleder.” dedi.

Son cümlesi ağzından çıktığında Asiye ağlıyordu. Onun ağladığını görünce dayanamadım ben de başladım ağlamaya. Gözyaşları içinde sarıldık birbirimize. Gözyaşlarım sel olmuş akıyordu. Garip bir mutluluk serinliği sarıp sarmalamıştı beni. Bıraksalar uçacaktım neredeyse!.. Sessizce mırıldandım ama Asiye duymuyordu söylediklerimi.

“Söz, dedim, bu para en geç üç ay sonra Yusuf KÖSE ağabeyimin elinde olacak. Sakın borç olarak düşünmesin, deme cömertliğini göstermiş olsa da sözümü yerine getirecektim inşallah.”

Aslına bakarsanız böyle bir iyiliğin karşılığı kesinlikle ama kesinlikle parayla pulla ölçülemez. Hocalarımızdan çok duymuşumdur, derlerdi ki:

“Allah, hacca gidenin haccını kabul ederse o kimse anasından doğmuş gibi günahsız olur.”

İlk aklıma gelen de bu oldu. Yüce Allah’ın katında ameller niyetlere göre değer kazanır. O günden sonra dua ederken:

“Ey Yüce Allah’ım! Ne olur, Yusuf ağabeyin bana yapmış olduğu bu iyiliğinin karşılığında ona binlerce hac sevabı ver! Çoluk çocuğunu da ameli salih ve saliha kullarından eyle,” diye yakarıyordum.

***

Asiye o gün akşama kadar evde bekledi ancak eşyaları almak için gelen giden kimse çıkmadı. Eğer Yusuf ağabeyin engin cömertliği ve iyiliği olmasaydı sorunum nasıl çözülürdü? Doğrusu ne olacağını bilemezdim ama elbette bu da Rabbimin bir takdiridir. İnancım o ki O istedi ve Yusuf ağabeyi bu işe aracı kıldı.

***

Bu unutulmaz iyiliğin ardından birkaç yıl sonra Yusuf ağabeyin yakalandığı hastalığın ardından vefat ettiğini öğrendim. Ben 46 yıldır unutmadım Yusuf ağabeyin iyiliğini. Bu can, bu tende olduğu sürece de unutmayacağım.

Rahmet olsun sana Yusuf ağabey, eşin Fehime’ye de… Mekânınız, durağınız cennet olsun. O güzel amelin sizlerin yoldaşı olsun.

Sen, bir ihtiyacı karşılarken gönüller fethettin. Fethedilen gönüller parayla hazinelerle alınmaz ki… Ne mutlu sana Yusuf ağabey…

Senin gibi bir babaları olduğu için ne mutlu evlatların Süleyman KÖSE, Ali KÖSE ve Asiye KÖSE ÇULCU’ya…

Rabbim, evlatlarına ve torunlarına dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik versin…

Saime BİLHAN (sislioda.com)

Etiketler:
borç çözümler iyilik sorunlar
Paylaş Tweetle Paylaş Paylaş Paylaş

Yazarın Diğer Yazıları

BİR SAATLİK ÖMÜR O sabah da diğer günler gibi sıradan bir gündü. Ev hanımları için hiç değişmeyen sabah ko...
BİR SAATLİK ÖMÜR
NASİBE!.. Sözlerime, merhum Mehmet Akif'in, "Bir gece" şiirindeki şu mısralarla başlamak istedim. İ...
NASİBE!..
Bir Kumruyla Söyleşi Hastalığın amansız pençesinde kıvranan yaşlı kadın pencereden dışarıya bakıyordu. Yakında...
Bir Kumruyla Söyleşi
Gelinim / Kızım / Burcum Üçüncü kür sürecinde sıkıntılı geçen ilk iki haftanın ardından Rahime ablamın İstanbul’da...
Gelinim / Kızım / Burcum

Yorum Yazın

Cevabı iptal etmek için tıklayın.

Kullanıma İzin Verilen HTML Kodları : <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>

Renkli Deneme

Çizgi’m Bilmek İstiyorum Unutulmayan İyilik… BİR SAATLİK ÖMÜR Mevlana’dan Deyişler
  1. Çizgi’m Çizgi’m
  2. Bilmek İstiyorum Bilmek İstiyorum
  3. Unutulmayan İyilik… Unutulmayan İyilik…
  4. BİR SAATLİK ÖMÜR BİR SAATLİK ÖMÜR
  5. Mevlana’dan Deyişler Mevlana’dan Deyişler

En Son Haberler

Çizgi’mAsgari Ücret fiyaskosu, Emekli Yılının belleğimde yerleşen korkusu, Aile Yılı......
Çizgi’m
Bilmek İstiyorumYaşım onbeş, Herkesle kardeş kardeş, Özgürce yaşamak istiyorum. Düşüncelerim beni......
Bilmek İstiyorum
Unutulmayan İyilik…Yıl 1978. Zor, çok zor ama çok zor bir yıldı......
Unutulmayan İyilik…
BİR SAATLİK ÖMÜRO sabah da diğer günler gibi sıradan bir gündü. Ev......
BİR SAATLİK ÖMÜR
Mevlana’dan DeyişlerEy altın sırmalı giysiler giymeye, altın kemerler takınmaya alışmış adam,......
Mevlana’dan Deyişler
  • Seri İlanlar
  • Firma Rehberi
  • Güncel
  • Manşetler
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Spor
  • Politika
  • Yaşam
  • Şiir
Sitemizde yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.. Görüş ve önerileriniz için info@sislioda.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.
Copyright © 2016 - Sislioda Her Hakkı Saklıdır.

Tasarım ve Programlama: Ajans5.Net