• Çizgi’m
  • Bilmek İstiyorum
  • Unutulmayan İyilik…
  • BİR SAATLİK ÖMÜR
  • Mevlana’dan Deyişler
  • KIBRIS Gazisi E.P.Kd.Alb.Niyazi KÜLAHLI’ya-1 “””””””
  • NASİBE!..
  • Daha da Sarıl Bana, Bırakma Beni…
  • ULUSLARARASI BAŞARI GÖRMEZLİKTEN GELİNEMEZ!..
  • Cumhuriyete Saldırılar Bitmedi, Bitmeyecek…
  • Bir Zamanlar Kahramandı!.. Meğer…
  • Bir Kumruyla Söyleşi
  • Çok Şükür Değiştim dedi ve Lefkoşa Büyükelçisi Oldu
  • İlah Olmadı Put da Olmadı Allah’ın Kuluydu…
  • Çocuk acılar içinde.
  • Üye Ol
  • Üye Girişi
    • Anasayfam Yap
      • Sitene Ekle
      • Amacımız
      • Künye
      • İletişim
Sislioda
    •  
    • Anasayfa
  • Güncel
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Spor
    • Canlı Sonuçlar
    • İstatistikler & Puan Durumu & Fikstür
  • Politika
  • Şiir
  • Sağlık
  • Teknoloji
  • Yazarlarımız
  • Seri İlanlar
    • İlan Ekle
  • Firma Rehberi
    • Firma Ekle
20.06.2025 12:06:12
  • Kültür Sanat
  • Magazin
  • Gazeteler
  • Video Galeri
  • Foto Galeri
sislioda.com Bizi Facebook'dan takip edin
sislioda.com Bizi Twitter'dan takip edin
Anasayfa » Dünya
Saime Bilhan

Ailem – Ahmet Ağabeyim – 3

Eklenme Tarihi: 31 Mayıs 2020 Pazar
Eklenme Saati: 12:42
Okunma Sayısı: 371
Tweetle
Saime Bilhan saime.bilhan55@gmail.com
Yazdır
Yazıyı Büyüt Yazıyı Küçült
Ailem – Ahmet Ağabeyim – 3

Ailem – Ahmet Ağabeyim – 3

İçinde esen aman vermez fırtınalara rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranmayı nasıl edip de beceriyordu? İnanın hayretler içinde kalıyor, şaşırıyordum. İşte az önce acılar girdabında dönüp kıvranan ağabeyim gitmiş, içten ve yapmacıksız bir yüzle karşımda tebessüm eden Ahmet ağabeyim geri gelmişti! Kaşlarını çatmayan, yarım ağız gülmeyen ağabeyim! Gülümsemesinin en ince ayrıntısını yüzünün tüm hücrelerinde ayrı ayrı görebilirdiniz. Yüzünün her yanından mutluluk fışkırdığını görünce tabii ki sevinç içinde kalıyordum. Onu hareketsiz bırakan felçle ilgili ne varsa hepsini unutuyor neredeyse sevinçten zıplayacak hâle geliyordum. Ancak bendeki beceriksizlik bu tavrımı daha uzun sürdürmemi engelliyor, az sonra kara gerçek gözlerimin önünde edepsizce dans etmeye başlıyordu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyor, sözde gülmeye çalışıyordum.

***

Konuşmak ve dertlerini dile getirmesini becerebilmek için çok çabaladı. Ama olmadı…

Daha doğrusu istediği düzeyde bir gelişme sağlayamadı. Gerçi bu çabasının sonunda kısa denilecek bir sürede iki ya da üç sözcük telaffuz edebiliyordu. Bunlar; “gel, git, yok” gibi üç harfli kısa sözcüklerdi. Bunlardan daha fazlası yoktu.

“Ulan Ulan Ulan” Şarkısının Öyküsü:

Az kalsın unutuyordum! Bir de “ulan ulan ulan” tekerlemesi vardı. Ağabeyim bu üçlüyü nasıl yapıyorsa ağzından bir çırpıda çıkarıyor, onu dinleyenler gayet net bir şekilde söylediklerini anlayabiliyordu…

Ağabeyimin ziyaretine gittiğim bir gün yine yengem kapıyı açtı. Holün tam karşısındaki odada ağabeyimi divan üzerinde otururken gördüm. Ne var ki gözleri kapalıydı. Elindeki telefonu mikrofon gibi kullanıp nağmeli şekilde bir şarkı söylüyordu. Şaşırdım tabii!.. “Nasıl olur?” diye yengeme baktım. Anladı ne demek istediğimi:

“Hele içeri geç, üstünü başını çıkar otur da anlatayım.” dedi.

Ağabeyimin şarkısını bozmamak için olabildiğince sessiz hareket ederek tam karşısındaki divana oturdum. Ama gözlerim ve kulağım ağabeyimdeydi. Biraz dikkat edince şarkı güftesinin sadece “ulaaannn” diye telaffuz ettiği tek bir kelimeden oluştuğunu anlamakta gecikmedim.

Ağabeyim elinde telefon, gözleri kapalı, tamamen kendinden geçmiş “Ulaaannn” şarkısını söylüyordu. Üç kere tekrarladığı “Ulaaannn” sözcüklerinin arasına başka bir sözcük eklemeden tekrarlayıp duruyordu. Sesi; güzel, makamına uygun ve nağmeli çıkıyordu. Çıkardığı gayet güzel ve makamına uygun ve nağmeli sesi duyanlar, çıkan bu sese hayran olurlardı. Yengem bendeki şaşkınlığı görünce gülerek anlatmaya başladı:

“Hüseyin ağabeyin istisnasız her gün akşamüzeri Ahmet’i telefonla arar. Bir müddet sohbet ederler. Ama ne konuştuklarını, ne dediklerini bilemem. Genelde o anlatır, Ahmet de dinler. Bu sohbetin sonunda Hüseyin ağabeyin: ‘Haydi şarkımızı söyleyip sohbeti bitirelim.’ der. Ama öyle koro hâlinde değil. Önce Hüseyin ağabeyin başlar makamlı ve nağmeli şarkı söylemeye. “Ulaaannn ulaaannn ulaaannn” diye diye… Tabii bunu makamlı ve nağmeli söyler. Bir süre sonra şarkıyı kesip ”Haydi, şimdi sıra sende!” dermiş. Önceleri tutuk olan ağabeyim birkaç gün içinde bu sözleri makamına ve nağmesine uygun çıkarır hâle gelmiş… Ve karşılıklı söylenen “ulan” şarkısı sonunda o günkü sohbet bitermiş. Yengem şunu da ekledi:

“Hüseyin ağabeyin arama saati gelince, Ahmet elinden telefonu düşürmez. Eline alıp bekler. Hatta bu arada arayanlara bile cevap vermez.” Bir iki dakika gecikse hemen başlarmış; “Ulan ulan ulan” diye bağırıp çağırmaya…

Şaşıp kaldım. Şaşmamın tek nedeni ağabeyim neredeyse bir yılı aşkın süredir konuşmak için çaba göstermesine rağmen başarılı olamayışından kaynaklanıyordu. Yok, ne yapsa etse bir türlü beceremiyordu. Gerçek bu iken nasıl olur da tek sözcük de olsa nağmeli şarkı söyleyebilirdi? Yüce Allah’ın takdiri işte…

Bir mucize mi, yoksa bu hastalığın doğal bir seyri mi? Bilim insanlarının bu konuyu araştırmalarının gerektiğine inanıyorum.

***

Ağabeyim ilerleyen günlerde “ulan ulan ulan” sözcüklerini başka amaçlarla da kullanmaya başladı. Mutlu olduğu zamanlar mutluluğunu dışa yansıtmak için ya da sevdiklerine karşı bir seslenme, bir çağrı oluyordu. Kendisini telefonla arayan sevdiklerine ilk söyledikleri “ulan, ulan, ulan” tekerlemesiydi. Ancak bunların dışında bizzat tanık olduğum bir istisna daha vardı… Şimdi bile şaşırdığım, tanımlamakta zorlandığım!.. Kim bilir belki Yüce Allah’tan bir lütuf…

Ama aşağıda anlatacaklarımın gerçek bir mucize olduğu kanısındayım.

***

Mucize:

Zamanımın elverdiği ölçüde Bursa’dan kalkıp ziyaretine gidiyordum. Yine böyle bir kış gününde, beni her zamanki gibi Muhlise yengem karşılamıştı. Hole girdiğimde ağabeyimin oturduğu odanın kapısının kapalı olduğunu gördüm. Sanırım soğuktan etkilenmesin diye kapatmışlardı. Yengemle karşılıklı hâl hatır sorduktan sonra elimi kapı koluna uzatıp odaya gireceğim sırada odadan gelen bir sesle duraladım!

Odadan “Lailahe İllallah” (kelime-i tevhid) diyen birinin sesi yükselmişti, hem de yüksek sesle. Muhlise yengeme dönüp: “Odada birileri mi var?” diye sordum. “Yok, dedi kimse yok!” Şaşkınlığım arttı. “Peki, ‘lailahe illallah’ sesini kim çıkarıyor. Yoksa odaya ağabeyim oyalansın diye bir teyp falan mı koyduğunuz?”

“Yok öyle bir şey, dedi yengem, ağabeyinden geliyor o duyduğun ses…”

İyice şaşırdım ve içime doluşan bir sevinç dalgasıyla:

“Yoksa konuşmaya başladı mı?” dedim.

Yengem hafifçe gülerken gözlerini kapatıp: “Yok, dedi, konuşmaya başlamadı. Daha önce nasıl görmüşsen yine öyle!” Beklemedim, kapıyı açıp odaya girdiğimde ağabeyimin divanın üzerine kapıyı görecek şekilde uzandığını gördüm. Gözleri kapalıydı. Kapıyı açtığımı duymamış olacak ki bir kez daha “Lailahe İllallah” dedi. Sonra hiç ara vermeden “Ya Allah!” diye bir çağrıda bulundu.

Gözlerimle görüp kulaklarımla duymasam kim anlatırsa anlatsın kesinlikle inanmazdım. Akılcı görünmüyordu. “Lailahe İllallah” sözlerini tane tane ve gayet anlaşılır biçimde söylüyor olmasını garip karşıladım. “Ya Allah” sözlerini biraz daha vurucu ve etkili bir şekilde telaffuz ediyordu. Şaşkınlığım geçtiği sırada ağabeyim de gözlerini açmış ve karşısında beni görmüştü.

Normal zamanlarda susadığını, acıktığını dahi söyleyemezken bu tür ihtiyaçlarını işaretle belirtmeye çalışırdı. Arada bir su, ekmek, yemek sözcüklerini çıkarmaya uğraşıyor ama alabildiğine zorlanıyor, pek de yapamıyordu.

Ama “LAİLAHE İLLALLAH” Kelime-i Tevhid’ini o kadar açık seçik ve net telaffuz ediyordu ki bunu duyan biri, onun konuşamadığına inanamazdı. Yine yengemin ya da başka birinin yardımıyla yerinden kalkıp oturduğu yahut uzanacağı zaman “Ya Allah!” demesi bir ayrı güzellikti ve şaşırmamak elde değildi.

Ziyaretine her gittiğimde beni gördüğü zaman sevinir, o hareketsiz hâlinde bile kıpır kıpır hareket eder dururdu. Hep onunla olmamı isterdi. Ayrılmak için kalktığımda, kısmen hareket eden sol eliyle yan tarafını işaret ederek oturmamı ister hatta “Yok! Yok!” sözcüklerini ardı ardına çıkararak ne kadar ısrarcı olduğunu vurgulamaya çalışırdı.

Zamanla “Lailahe illallah” ve “Ya Allah” sözlerinin dışında en çok tekrarladığı sözcük “yok!” olup çıkmıştı. Yapılmasını istemediği bir şey oldu mu hemen “yok!” kelimesini yapıştırırdı. Onun bu uyarısını dinlemeyen olursa bu kez peş peşe ”yok yok” der dururdu. Bunların dışında başka bir kelimeyi telaffuz ettiğine tanık olmadım. Evet, üç yıl boyunca böyle devam etti durdu…

***

Dürüm!..

Yine bir gün Bursa’dan gelip doğru ağabeyimin evine gittim. Odasına girdiğimde elinde tuttuğu etli dürümü yemekle meşguldü. Beni görünce sevindi, ama çok sevindi ve kahkahalarla gülmeye başladı. Sarıldım öptüm. Elinde ki dürümü iştahla yemeğe devam etti.

“Ne o ağabeyciğim, bana vermeyecek misin elindekinden?” dedim. Yine güldü. Bir dürüme baktı bir bana baktı, sonra; “Yok!” dedi.

Meğer o, kendisine özel bir ikrammış!.. Ankara’da ikamet eden Hüseyin ağabeyim, Elâzığ’da oturan benden küçük kardeşim Ramazan’ın oğlu yeğenimiz Faruk’u görevlendirmiş. Ahmet ağabeyimin dürümü çok sevdiğini görünce böyle bir yola başvurup ona gün aşırı dürüm götürmesini istemiş.

İşte kardeş böyle olmalı. Uzaklarda olması, ağabeyine karşı olan sevgi ve muhabbetini göstermesine engel olmamış. Sevgi, saygı, muhabbet oldu mu, aldırmaz aradaki mesafeye. Mesafeler kısalır, hatta yakınında olandan daha yakın olur ona. Uzakta olanın sevdiği için böyle bir girişimde bulunması güzel bir şey değil mi? Çok ta iyi etmiş!..

Elbette bu dürümü, çocukları da eşi de alıp getirebilirdi. Ama o zaman bunun anlamı biraz farklı olurdu. Sizce de ikisinin arasında bir anlam farklılığı yok mudur? Sevildiğini, önemsendiğini bilmek kimi mutlu ermez ki? Elbette bunun değeri öyle sıradan bir dürüm olamazdı. Nitekim o dürüm sanki Ankara’dan gelmiş gibi ferahlatırdı onu.

Dürümünü yerken, yengem de bana bu dürüm meselesini anlattı. O anlatırken ağabeyim bir yandan elindeki dürümü yiyor bir yandan da bana bakıp mutlu mutlu gülümsüyordu, yengemin anlattıklarını tasdik edercesine. Bakışları öyle gururluydu ki. Sanki: “Bak bak, iyi bak! Kardeşimin beni ne çok sevdiğini ve düşündüğünü görüyor musun?” der gibiydi.

Zaten, Hüseyin ağabeyim söz konusu olunca, akan sular dururdu. Kendinden bir iki yaş küçük kardeşine karşı, oldum olası çok derin bir sevgisi ve hayranlığı vardı. Ben hep bunu hissetmişimdir. Ondan ne zaman bahsetse hâli tavrı değişir, sevgisi, saygısı, hayranlığı yansırdı yüzüne…

***

Konuşamamak onu çok üzüyordu. Aklı başındayken önceleri konuşup sonraları konuşamamak, derdini anlatamamak çok acı veren bir şey olsa gerek! Acaba diyorum, ağabeyimin aklı başında olmasaydı, daha mı az acı çekerdi? Ya da hiç acı çekmez miydi?

Bilemedim, ama tüm uzuvları sağlam olanın aklı olmayınca da ne önemi kalır ki? Yine de insan için en önemlisi akıl nimeti. Konuşamasa da her şeyi aklı sayesinde algılıyor. Böylece, mutluluğuna ya da mutsuzluğuna şahit olabiliyoruz. Ağabeyimin duyguları, felç olayından sonra daha çok gözlerine yansımıştı. Yengemin anlatıkları bu görüşü teyit ediyordu. Onunla gece gündüz birlikte yaşayan yengemin düşüncesi elbette daha önemliydi.

Gözlerine yansıyan mutluluk pırıltıları bizleri mutlu ederken mutsuz bakışları da üzüyordu. Hele bir de karşısındaki bir noktaya dikilen ve öylece uzun süre öyle kalan derin ve mahzun bakışları vardı ki sessiz kalıp onu izlemekten öte yapacak bir şey bulamıyordum. Şakaklarım zonkluyor, onun çaresizliğe tutsak olan üzüntüsünü söküp yerinden çıkarıp atmak istiyordum, ama nafile… Böyle durumlarda insanın elinden hiçbir şey gelmemesi ne kötü…

***

Yıldızlarla Söyleşi.

Ahmet ağabeyimle unutamadığım anılarım çoktur. İlkini anlatayım, daha sonra ikincisini, üçüncüsünü…

Bir gün birlikte köye gitmiş, akşam yemeği yedikten bir süre sonra amcamların evlerinin damına serilen yatağa uzanmıştık. Yataklarımız yan yanaydı ve sırtüstü yatmış yıldızları izliyorduk. Uzun süre sessiz kaldı. Ben o sıralar küçüktüm ve sesinin çıkmadığını görünce uyuduğunu sandığımdan ben de sesimi çıkarmıyordum. Gökyüzü yıldızlarla doluydu. Alabildiğine çok ve pırıl pırıl parıldayan yıldızlarla… Hiç bu denli yıldızları bir arada görmemiştim. Acaba diye düşündüm Tam tepemde diğerlerinden daha çok parlayan bir yıldız vardı. acaba niye bu diğerlerinden daha çok parlıyor?” diye düşündüğüm sırada ağabeyim:

“Saime bak sana sacayağını göstereyim!” dedi. Uyumadığına sevinmiştim aceleyle: “Hani nerede?” dedim. Kolunu yukarı doğru uzatıp adeta onları eliyle yakalayacakmış gibi yaptı. “Şu gördüğün çok parlak yıldız var ya!” Onun yanında üç tane daha parlak yıldız var.” Gösterdiği yıldızların nerede olduklarını tam anlayamamıştım. “Dur dur, dedi, böyle olmaz! Önce sen anamın tenceresini üzerine koyduğu sacayağını gözlerinin önüne getir.”

Dediğini yapıp ocağın yanında duran iki adet sacayağını düşündüm. Biri büyük diğeri küçüktü. “Tamam mı? Sacayaklarını aklına iyice yerleştirdin mi?”

“Tamam, dedim, biri küçük diğeri büyük.”

“Şimdi onun her bir ayağını sanki yıldızmış gibi düşün. Şimdi de şu çok parlak yıldızın yanındaki sacayağı gibi duran yıldızlara bak!”

Sanırım dediği yıldızları görmüştüm. Sevindim. Kırk yıllık dostlarmış gibi yıldızlarla söyleşisini hiç unutamıyorum. Adeta onları çağırıyor, birlikte oturup* söyleşiyor, sonra haydi gidebilirsin, diyordu. Dedim ya kırk yıllık dost gibi… Daha sonraları onun gibi yapıp ben de yıldızlarla söyleşmeye çalıştığım günler oldu. Ama olmadı, beceremedim…

O gece, başta kayan yıldızlar olmak üzere yıldızlar hakkında çok şey öğrenmiştim.

DEVAM EDECEK…

Saime Bilhan

https:/www.sislioda.com

Etiketler:
ulan ulan ulan yıldızlar
Paylaş Tweetle Paylaş Paylaş Paylaş

Yazarın Diğer Yazıları

Unutulmayan İyilik… Yıl 1978. Zor, çok zor ama çok zor bir yıldı o yıl!.. Etim, kemiğim, kanım, canım, ...
Unutulmayan İyilik…
BİR SAATLİK ÖMÜR O sabah da diğer günler gibi sıradan bir gündü. Ev hanımları için hiç değişmeyen sabah ko...
BİR SAATLİK ÖMÜR
NASİBE!.. Sözlerime, merhum Mehmet Akif'in, "Bir gece" şiirindeki şu mısralarla başlamak istedim. İ...
NASİBE!..
Bir Kumruyla Söyleşi Hastalığın amansız pençesinde kıvranan yaşlı kadın pencereden dışarıya bakıyordu. Yakında...
Bir Kumruyla Söyleşi

Yorum Yazın

Cevabı iptal etmek için tıklayın.

Kullanıma İzin Verilen HTML Kodları : <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>

Renkli Deneme

Çizgi’m Bilmek İstiyorum Unutulmayan İyilik… BİR SAATLİK ÖMÜR Mevlana’dan Deyişler
  1. Çizgi’m Çizgi’m
  2. Bilmek İstiyorum Bilmek İstiyorum
  3. Unutulmayan İyilik… Unutulmayan İyilik…
  4. BİR SAATLİK ÖMÜR BİR SAATLİK ÖMÜR
  5. Mevlana’dan Deyişler Mevlana’dan Deyişler

En Son Haberler

Çizgi’mAsgari Ücret fiyaskosu, Emekli Yılının belleğimde yerleşen korkusu, Aile Yılı......
Çizgi’m
Bilmek İstiyorumYaşım onbeş, Herkesle kardeş kardeş, Özgürce yaşamak istiyorum. Düşüncelerim beni......
Bilmek İstiyorum
Unutulmayan İyilik…Yıl 1978. Zor, çok zor ama çok zor bir yıldı......
Unutulmayan İyilik…
BİR SAATLİK ÖMÜRO sabah da diğer günler gibi sıradan bir gündü. Ev......
BİR SAATLİK ÖMÜR
Mevlana’dan DeyişlerEy altın sırmalı giysiler giymeye, altın kemerler takınmaya alışmış adam,......
Mevlana’dan Deyişler
  • Seri İlanlar
  • Firma Rehberi
  • Güncel
  • Manşetler
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Spor
  • Politika
  • Yaşam
  • Şiir
Sitemizde yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.. Görüş ve önerileriniz için info@sislioda.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.
Copyright © 2016 - Sislioda Her Hakkı Saklıdır.

Tasarım ve Programlama: Ajans5.Net